7 gün, 7 Balkan ülkesi

Hana Kamer
Hana Kamer
Published in
9 min readNov 12, 2018

--

Bir müddettir yapmayı planladığımız küçük Balkan turumuz hakkında tuttuğum notlar. Öncelikle Burakla ikimiz de öyle müze, kilise, camii insanları değiliz. Daha çok şehrin farklılıklarını orada yaşayan insan gözüyle görüp gezmeyi seviyoruz. Gezimiz de hep o yönde şekillendi ve ilerledi.

Türk vatandaşları için vize gerektiren tek ülke Avrupa Birliğinde olan Hırvatistan.

Yol toplamda yaklaşık 1800 km. Yaklaşık 2,5 depo yakıt ile Sofya’dan başladığımız turu tamamladık.

Turu sonbaharda yapmış olmamız çok güzel denk geldi. Turistlerle alt alta üste gezmektense daha boş ve fiyatların çıldırmadığı bir zaman gezmiş olduk. Sonbahar renkleri de ayrı güzellik katıyor bütün geziye.

Üsküp, Makedonya

Daha önceden de gidip çok beğendiğimiz Destan köftecisiden geçip öğle yemeği yiyip yolumuza devam ettik. Buraya ilk gelişimiz Kanyon Matka içindi gitmediyseniz mutlaka gidin. Mükemmel ötesi bir kanyon.

Priştine, Kosova

Yollar çok güzeldi ama Kosovo’nun kendisinde hiç bir şey yoktu. Priştine’ye akşam 5–6 gibi vardık. Merkezi bir turladık. Şehir hakkındaki izlenimlerim: İzmit’e banziyor, çok fazla dilenci var, Starbucks fln yoktu ama bir suru başka kendi kahvecileri vardı. 35 eur otel, kahve 2 eur.

Pristina’dan çıkarken. Yol sanki İzmit’e giriyomuşsunuz gibi…

Shkoder, Arnavutluk

Sabah Priştine’den Kotor’a doğru yola çıktık. Arnavutluk’a geçtik. Yollar yine çok güzel ve dağlıktı. Yolumuza yakın büyük şehir olan Shkoder’den geçtik. Orada öğle yemeği yedik. 1 saatlik izlenimim nüfus: erkek. Şaka bi yana sokakta öbek öbek erkekler ve arada sırada 1–2 kadın geçiyordu. Ama çok sayıda bisiklet kullanan vardı. Yaşlısıyla , genciyle; kadınıyla, erkeğiyle… Biraz trafik kurallarından bihaberlik var ama hiç gerginlik yaratmıyor garip bir şekilde:D Bir de sokakta yürürken yoğun bir yiyecekmiş gibi bakma bakışlarına maruz kaldık. Türkiye’den beri görmeyeli epey olmuş baya bu bakışları. Ama sebebini anlayamadık. Böyle olunca Arnavutluk’a kanımız pek ısınamadı. Yolumuz geçmediği sürece de geçmeyiz gibi.

Arnavutluk yolları ve Shkoder’den bir kaç kare

Kotor, Karadağ

Arnavutluk-Montenegro (polisler Arnavut) sınırında dikkatimi çeken polislerin araba kuyruğunu gezip pasaportları toplamalarıydı. Bu bekleme sürecini çok hızlandırdı. Aynı şekilde bagaj kontrolünde görevli polis de kuyruğun ilerlemesini beklemektense kendi gezip bagaj kontrolu yapıyordu. Ayrıca sınırında kendi dilini konuşmaya zorlamayan nadir ülkelerden biriydi, mükemmel Ingilizce konuşuyordu polisler.

Shkoder’den sonra Kotor’ a doğru yollar

Kotor’a aksam 7 gibi vardık. Yollar aşırı virajlı olduğu icin epey yorulmuştuk ama yine de merkezi bir görmeye gittik. Eski şehrin olduğu yere gittik. Kotor’un eski şehri hayatımda gördüğüm en güzel eski şehirlerden biri diyebilirim. Normalde eski şehir diye gideriz, bir iki sokak olur onların da büyük bir bölümü restore edilmiş olur ve o tarihi duyguyu hissedemezsiniz. Burası ise gerçek bir şehirdi. Eski taş binalar dip dibe, daracık sokaklar, kediler ❤… eski şehir beklenileceği üzere dükkanlar ve restoranlarla doldurulmuş ama bu sırada eski ruhun zarar görmemesine özen gösterilmiş. Tabelalar şehirle uyumlu, tasarımları hoş, mekanların sandalye ve masaları da yine etrafla uyum içinde.

Kotor eski şehirden ve kaldığımız daireden bir kaç resim

Eski şehri turladıktan sonra kaldığımız daireye geri döndük. Geceliği 45 eur olan, körfeze sıfır deniz manzaralı, kocaman teraslı bir apartta kaldık. Sabah kapımızın önünde bizi kedi karşıladı, kahvaltı için döndüğümüzde kedi bize yakaladığı kuşu gösterdi, horladık kediyi, geçtik içeri.

Apartın mutfağı vardı, kahvaltımızı kendimiz hazırladık. Kahvaltıdan sonra San Giovanni Kalesi’ne tırmandık. 1355 merdivenlik bir tırmanıştı. Normal şartlar altında yaklaşık 45 dk süren bir tırmanış. Merdiven olduğu için çıkması kolay. Tepeden bütün şehri ve körfezi görebiliyorsunuz. Kaleden inince yemek icin Tanjga diye bir restorana gittik, bunu Kotor’da yapılası şeylerin anlatıldığı bir blogdan okumuştum, gerçekten de çok başarılıydı. Aslında restorandan çok kasap gibi, dolaptan seçtiğiniz etleri pişiriyorlar.

San Giovanni Kalesine giden merdivenler ve oradan manzara

Kotor’da kaldığımız yer: Körfeze sıfır Bjelica Apartments, 45 eur.

Dubrovnik, Hırvatistan

Kotor’dan sonra Dubrovnik’e yola çıktık. Yaklaşık 2 saatte Dubrovnik’e vardık.

Dubrovnik’de park yeri büyük sorun. Saati 10 eur gibi bir fiyattan bahsettiler bize.

Kalmak için ayarladığımız yer eski şehrin içindeydi. Haliyle arabayı bir yere bırakmamız gerekti, bizimle eski şehrin kapısında buluşan ev sahibi (ya da bu işin sorumlusu) bize ucuz park yeri ayarladı, bizimle oraya kadar geldi ve daha sonra Uber ile dairemize geçtik (park yerine gecesi 13 eur ödedik).

Eski şehri bir ucundan diğer ucuna geçmemiz gerekiyordu kalacağımız yere ulaşmak için ve biz o sırada bu şehre aşık olduk. Bu, Kotor’dan çok çok daha büyük ve görkemli bir şehirdi. Bir gün kalmayı planlayarak yanlış mı yapıyoruz diye düşündük… ama bir gün gezdikten sonra karar verelim dedik.

Ertesi gün ben yapılacak bir kaç şey araştırdım: lift ile şehre uzaktan bakmak, şehrin yakınındaki adaya gitmek gibi seçenekler vardı. Önce gittik kahvaltısı övülen bir restoranda kahvaltı yaptık. O sırada dün gece aşık oldugumuz o şehrin havasının epey değiştiğini gördük. Her yer turist kaynıyor. Restoranlarda gereğinden fazla bir ilgi alaka, telefonuna bile bakmadan her şeyi kameraya alan insanlar, her şeyin gerrrreksiz pahalılığı ve abartılılığı. Yavaş yavaş soğumaya başladık. Etrafta biraz gezindik, şehri çevreleyen surlardan geçip sehrin tamamını görmeye karar verdik. Kişi başı 150 kn, yaklaşık 25 eur’a bilet. Rota 3,5 km. Büyük bir merakla başladık sur turuna lakin yol geçtikçe manzarada ve görebildiklerimizde pek bir değişikilik olmadı. Dubrovnik’de mutlaka yapılması gerekenler listesine giremiyor ne yazık ki bu etkinlik. Hatta boşverin yapmayın etkinliğine bile girebilir.

Dubrovnik, eski şehirden ve surlardan bir kaç resim

Onun yerine Lokrum adasına gitseydik keske diye düşünüyorum. Ama artık bir dahakine… Surlardan indikten sonra Dubrovnik’in eski şehir dışında kendi merkezinde yemek yiyelim dedik, öyle bir merkez bulamadık. Yine içi ciksleştirilmiş, değerinden kat kat yüksek fiyata ama aynı zamanda ortası da soğuk pizza yapan bir restoranda yemek yedik ve yola çıktık. Gün batımına denk geldigimiz için mükemmel manzara eşliğinde deniz kenarından yolumuzu Bosna-Hersek’e doğru çevirdik.

Dubrovnik’de kaldığımız yer: Eski şehrin içinde Villa Madonna della Strada, 44 eur.

Mostar’a doğru giderken yol (dağlara doğru girmeden, Hırvat tarafı)

Mostar, Bosna-Hersek

Ülkeye girişinizden sonra 24 saat içinde polise kaydolmanız gerekiyormuş. Biz çıkarken öğrendik:((

Google maps’in bizi götürdüğü yoldaki sınır kapısından geri çevrildik, Orahov do Sınır kapısı. Bu kapı sadece kapıya 3–5 km yakınlıkta oturan ve çalışan yerliler için. 30 km daha ilerde olan Neum 2 kapısından geçtik.

Bosna Hersek yolları çok çok fena olmamakla birlikte, bol virajlı, kapkaranlık ve yer yer epey dardı (sanırım bu çok fenanın tanımı aslında, şöförüme sormam lazım=P). Onun dışında sıkıntılı değildi. 2,5 saat sonra Mostar’a vardık. Checkinimizi yaptıktan sonra yemek yemeye çıktık. Hindin Han diye bir mekanda yedik. Nehrin kenarında güzel, makul fiyatlı ve lezzetliydi. Bu arada Bosna Hersek’de kapalı alanda sigara içme yasağı yok. Insanlar restoranlarda, kafelerde, avm içlerinde her yerde sigara içiyor.

Ertesi sabah, geçtiğimiz akşam ışıklandırılmış olarak gördüğümüz köprüyü bir de aydınlıkta gördük. İnanılmaz güzel, turkuaz Neretva nehri akıyor köprünün altından. Çarşısı çok tatlı bir çarşı. Köprünün hemen yan tarafındaki savaş müzesine gidip köprünün yıkılmadan önceki ve sonraki fotoğraflarını, şehrin nasıl yok edildiğini gördük.

Oradan Hırvatların çoğunlukta olduğu bölgeye geçtik. Burada aynı şehirde olduğunuzu anlamak çok zor. Binalar, insanlar, giyimleri her şey o kadar değişiyor ki… Sokaklarda çoğu bina düzeltilmiş olmasına rağmen bir sürü yerde savaşın izlerini görebiliyorsunuz. Tamamen boyanıp duvarı yenilenmiş büyük bir binanın, bir duvarını özellikle ellenmeyip kurşun izleri ile bırakıldığı veya bütün sokağın evleri yenilenip tamir edilmiş olmasına rağmen arada bir tanesi yine bütün kurşun ve savaş izleri ile bırakılmış oluyor.

Mostar’ın Hırvat tarafı ve savaş izleri

Keskin nişancı kulesi olan büyük ve terk edilmiş bir binanın yanından geçtik. Binanın her yerine grafitiler yapılmıştı farklı sanatçılar tarafından. Epey ilginçti.

Mostar’ın Hırvat tarafında yer alan keskin nişan kulesi ve binadaki graffitiler

Buralarda biraz daha gezdikten sonra Mostar’a çok yakin olan Bagaj tekkesine gittik. Orada nehrin dibinde ördeklerle yemek yedikten sonra Saraybosna’ya doğrular yola çıktık.

Mostar’da kaldığımız yer: eski şehre çok yakın, Pansion Bubamara, 33 eur.

Saraybosna, Bosna-Hersek

2,5 saatte Saraybosna’ya vardık. Pansiyonumuza yerleştikten sonra merkeze gidip biraz gezindik. Yöresel yemekleri olan klepe, kocaman mantı:), yedik, çok lezzetliydi.

Hiç sönmeden yanan 2. Dünya Savaşı anısına yapılmış olan Sonsuz Ateş’i (Vjecna Vatra) görmeye gittik.

Akşam hava aşırı soğuduğu için koşa koşa odamıza geri döndük. Bir sonraki sabah çıkışımızı yapıp şehirde gezindik. Çarşıda yemek için bir çok Boşnak ve Türk mutfağı restoranı var. Sabah Türk restoranında kahvaltı yaptık, öğlen Boşnak mutfağı olan bir restorana oturup yöresel sarmalarından ve etli bir yemeklerinden yedik. Garson Türkçe bildigi için iletişim kolay oldu:D

Soykırım müzesine gittik. Çok can sıkıcı ve üzücü bir müzeydi. Oradan çıkınca zaten bir şey yapacak, gezecek fazla bir keyfimiz kalmamıştı. Ben sürekli insanları inceleyip savaş yıllarında kaç yaşında olduklarını, su an akıllarına geliyor mu hiç, bu travmayı nasıl atlattıklarını, ne kadar akraba ve tanıdıklarını kaybetmiş olabileceklerini düşünüp durdum. Bir sonraki gideceğimiz yer Sırbistandı, oraya gitmek istemiyordum artık. Ama yolun kabak gibi ortasında oldugumuz için Sırbistan’dan geçmekten başka yolumuz yoktu.

Sokaklarda Saraybosna gülü denilen, şarapnel parçalarının kırmızı dolgularla doldurulduğu yerleri görebilirsiniz. Burada da yine bazı binalarda özellikle tamir edilmemiş ve savaşın izlerini görebileceğiniz kurşun deliklerini görebiliyorsunuz.

Saraybosna

(Yıllarca tarih kitaplarında okuduğumuz klasik cümle) Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliaht Arşidükü Franz Ferdinand’ın vurulup 1. Dünya savaşının başlangıcının tetiklendiği köprüden geçtik.

Saraybosna’da kaldığımız yer: eski şehire çok yakın, Bed and Breakfast Vijecnica, 30 eur.

Belgrad, Sırbistan

Akşam 5 gibi elimiz mahkum Belgrad’a doğru yola çıktık. Saraybosna’dan biraz uzaklaşınca “Republic of Srpska “ tabelasını gördük, yani Bosna Hersek’deki Sırp Federasyonu sınırlarına geçtik. Bunun her ne kadar böyle olduğunu biliyor olsam da gerçekte gözümle görmüş olmak çok farklı hissetirdi…

2–2,5 saat sonra Sırbistan sınırına vardık. Bosna Hersek’den çıkışta sınırda bize güzel bir oyun oynayıp koparabilecekleri kadar para kopardılar. Tabi bunu güzel de bir kılıfa uydurdular. Bosna Hersek’e girişte giriş damgamızın vurulmamış olmasından girip; ülkeye giriş yaptıktan sonra polise kaydolmamış olmamızdan çıktılar. Ülkeye girdikten sonra polise kayıt yaptırmamız gerektiğini okumuştuk fakat aynı zamanda otelde kalıyorsak bunun otel tarafından yapıldığını da okumuştuk ama anlaşılan herkesin işini tekrar tekrar kontrol etmemiz gerekiyormuş. Gümrük polisi giriş damgamızı vurdu mu? Otel kaydımızı yaptı mı vs diye. Şimdi “e ortada işlenmiş suç var, cezasının olmasından daha doğal ne var ” diyebilirsiniz. Ben de öyle düşünüyorum lakin üstümüzde para olmadığını belirtince konuşmaların “iyi peki kaç var üstünüzde”ye gelmesi, ortada resmi bir şey olmadığının en büyük işaretiydi ki başta belirttikleri sayının yarısına da razı olmuş olmalarını karıştırmıyorum bile. Üstümüzde mark kalmadığı için geri dönüp çekelim dedik. Bu sefer pasaportlarımızı vermek istemediler. Özetle akıl alır gibi işler değildi ama deplasmanda olunca insan “tamam, peki” demekten başka bir şey yapamıyor. Neyse, 100 eur istemekle ile başlayan para tuzağından 52 eur vererek kurtulduk. Otelimize de gece geç saate vardık.

Belgrad’da 2 gece kalmaya karar verdik çünkü çok yorulmuştuk ve son kalan yolumuz en uzun yoldu. 1 günü tamamen gezmeye ayırdık, ikinci gün erkenden yola çıktık.

Belgrad ve Kalemegdan Kalesinden nehir

Belgrad’da Kalemegdan’a gittik. Adından da anlaşılacağı üzere bir kale var. Çok etkileyici değildi. Bu yer nehrin kenarında olmasına rağmen güzel bir manzarası yoktu kaleye kadar. Bir yerin suya bakıp nasıl çirkin olabileceğini gördük. Kalenin içinde işkence yöntemleri müzesi ve savaş aletleri, tanklar ve alakasız bir şekilde dinazor heykelleri vardı. (evet Bosna Hersek’de soykırım müzesi varken burda işkence müzesi var)

Tesla müzesine gittik. Beklentilerimden çok aşağıdaydı. Ben teknik müze beklerken içinde 2–3 elektrik deneyi olan onun dışında Tesla’nın özel hayatını içeren eşya ve belgesel müzesiydi.

Ertesi gün Sofya’ya doğru yola çıktık. Bulgaristan’a varınca gurbet ellerde açık unuttuğum roaming sebebiyle kitlediğim telefon hesapları ile ilgilendik, bol bol üzüldük :D Ben dinlenebilmek için 1 gün boyunca tamamen uyudum. Her şeyiyle inanılmaz zevk aldığımız bir turdu. Mevsim, yollar, farklı kültürler, ayırdığımız süre her şey çok kıvamındaydı. Şimdi başka rotalar çizme peşindeyim ama bu sefer ehliyet almalıymışmışım.

--

--